İnovasyonu belirsizliği kucaklayanlar yapar…

Dr. Huseyin Guler
3 min readMay 22, 2021

Üç yıl önce bayram tatili için sabah 6 gibi yola çıktık. İstikamet Samsun. Bir önceki seferde deaynı saatte çıktığımızda 7 buçuk saatte varmıştık. Şimdi de öngörülen süre 7 saat. Geçmiş deneyimle senkronizasyonu da yaptık. Öngörülebilir bir yolculuk öngörüyoruz. Veriler tamam yani:) Yolda güzel bir kahvaltı yaparız niyetiyle, yanımıza atıştırmalık pek de birşey almadan hemen yola koyulduk. Süper pozitif halimizle yanımızda sadece su var. Acıbadem’den yola çıkarken navigasyon sahil yoluna yönlendirdi. “Demekki trafik başlamış, Istanbul’dan bir evvel çıkalım, sonra rahatlarız” diye düşündüm. Gebze’ye varınca, Osmangazi köprüsüne, oradan Gölcük istikametine, oradan Sapanca gölünün kuzeyinden eski Adapazarı yoluna, sonra eski Ankara yoluna, derken köy yolları…Öyle bir noktaya geldik ki, yol tek şerite düştü, navigasyon da çalışmamaya başladı. İşte ondan sonrası pek de kolay bir süreç değil….Çocuklar da acıktı doğal olarak, stres ve gerilim de artmaya başladı. 6 saat sonra arka yollardan Abant gölüne ulaşabildik. Ancak o zaman tam olarak nerede bulunduğumuzu anlayabildim. Gördüğümüz ilk yerde kahvaltı için mola verdik. Sırtım ter içindeydi, ama o kahvaltının tadını unutamıyorum.

Öngörülemeyen bir VUCA Dünyasında yaşıyoruz. Pandemi içinde yaşadığımız dünyayı ve işlerimizi daha da öngörülemez hale dönüştürdü.

Artık hepimiz bu türden öngörülebilir zannettiğimiz ama bir anda karman çorman olan yolculuklar yapıyoruz, yapmak zorunda kalıyoruz.

Üstelik yol kaygan, hava da sisli…ve böyle bir ortamda hedefe ulaşabilmemiz gerekiyor. Zorundayız da….

https://www.rnaanalytics.com/newsblog/culture-of-innovation

Engeller de yolun bir parçası, amma yol da her geçen gün zorlaşıyor. Engeller aynı da kalmıyor, çeşitleniyor.

Böyle ortamların üstesinden nasıl geliriz?

İçinde yaşadığımız dünyada, karmaşıklığın daha da çeşitlendiği bir yaşamda, insan olmanın zenginliğini yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var.

Kendi sınırlarımızı genişletmek, etrafımızla daha derin bir empati kurmak, zihinleri bir araya getirebilmek…kendimizden ve etrafımızdan beslenmek. Hatta çatıştığımız kaynaklardan ilham almanın tadına varmak.

İlk adım, anlamak. Anlamanın yolu empatiden, birbirimizin karanlıklarına inme cesaretini gösterebilmekten geçiyor. Empati ile, gözlem yaparak ihtiyaçları anlarız, fırsatları keşfederiz. Peyami Safa’nın dediği gibi anlamak zordur, çünkü anlamak değişmeyi gerektirir. Bu da bir cesaret işi…

Empati olmazsa olmaz, ancak yeterli değil. Analitik yaklaşımlarla çözümler tasarlamalı, bunları da salt varsayımlara dayalı olmaktan kurtarıp, kanıtla, veri ile doğrulamalıyız. Büyük adımlardan söz etmiyorum. Küçük ama veriden beslenen, yeni veriler, kanıtlar türeten, varsayımlarımızı bertaraf ettiren yaklaşımlar. Varsayımlarımızı test etme cesaretini gösterebilmek de olgunluk gerektiriyor. Tek tuşla elbette mümkün değil, ama zamanla ve ısrar edererek, çok pratik yaparak olgunluk kazanırız. Önemli olan başlamak. Devam etmek.

Ayakta kalabilmek ve yeniyi tanımlayabilmek için daha çok deneme, daha hızlı inovasyonlar, ticari olarak da ayakta kalabilmek şart. Gelinen aşamayı hızlıca bir değer modeline dönüştürüp, ticari olarak bir akışa dönüştürmek, ama ne olursa olsun öğrenmeye, dönüşmeye devam etmek. Değer üretmek işin olmazsa olmazı kısaca. Ama o da tek başına yeterli.

İhtiyacımız olan bu üçlü karma en azından…Tek bir bakış tarzı, tek bir zihniyetle sisli ve aynı zamanda kaygan yolda kalabilmek, hala hedef yolunda ilerlemek artık çok zor.

İnovasyonları da tek bir zihniyetle inşa etmek mümkün değil. Resmetmeye çalıştığım üçlü bakış açısı aynı problemi çözmek için bir araya gelebiliyorsa inovasyonlar doğar, yeşerir,büyür.

O zaman özetleyelim:

  1. Etrafımıza ön yargısız bir merakla, keşif odaklı bakabilmek ve derin bir empati ile yaklaşmak.
  2. Keşfettiğimiz fırsatları analitik bir bakışla çözüm içeren küçük çözüm modellerine dönüştürmek ve işleyip işlemediğini test etmek
  3. İşlediğini kanıtlayabildiğimiz küçük modelleri, ticari bir anlayışla ölçeklendirmek, işlemeyenleri çok hızlı bir şekilde öldürmek.

Kısaca fırsatı bul, çözümü kanıtla ve büyüt…

Yani bir inovasyon döngüsünde içinde yaşadığımız dünyaya en az üç farklı zihniyet modelinden bakabilmemiz gerekiyor.

Elbette bunu tek bir beynin yapması zor. İste tam bu sebeple, birbirine benzemeyen, hatta birbiri ile çelişen beyinlerin, aynı amaç için bir araya gelmesine ihtiyacımız var. Farkındayım, ulaşılması zor birşeyden bahsediyorum. Ama bulunduğunda, inşa edildiğinde tadından yenmez ortamlar bunlar!

Voltran’lar da böyle doğar. İlk başta çatışılır, sonra büyük ve önemli bir mesele keşfedilir. Meselenin büyüsü amacı doğurur. Çelişkilerine rağmen vazgeçmeyenler ayakta kalır. Böyle böyle belirsizliği kucaklamayı da öğreniriz.

O zaman mottomuzu bir kez daha tekrarlayalım:)

İnovasyon için süpermenlere değil, voltrana ihtiyacımız var.

--

--

Dr. Huseyin Guler

A senior leader specialized in #innovation & #changemanagement effecting organizations' #strategy, #businessmodels & #culture to create #businessvalue & #growth